Rasyonel Hayvancılık Ar-Ge ve Danışmanlık’ın ( Prof. Dr. Armağan Hayırlı, Doç. Dr. Mehmet Cengiz) danışmanlık ve Ar-Ge faaliyetlerini gerçekleştirdikleri Nail Cinisli Tarım, Hayvancılık ve Gıda A.Ş. ye ait Kandilli Ortabahçe Köyünde kurulu süt sığırcılığı işletmesi ziyaret edilerek Prof. Dr. Armağan Hayırlı ve Doç. Dr. Mehmet Cengiz ile sohbet havasında bir röportaj gerçekleştirildi.
Akademisyen olarak ATA Teknokent’te firma kurma fikri ortaya nasıl çıktı?
Doç. Dr. Mehmet Cengiz: Biz öncelikle ATA Teknokent’in bizim önümüzü açtığını düşünüyoruz. Bize önceden çok talep gelirdi “gelin bize danışmanlık yapın, biz sizden hizmet alalım “ diye ama hizmetimizi satabileceğimiz bir kanuni alt yapımız yoktu. Teknokent bu noktada bizim önümüzü açtı ve bize imkan verdi. Fikir Armağan Hoca’dan çıktı. Armağan Hoca firma kuralım dedi. İlk başta bu konuda çekingendim. Armağan Hoca’nın talebi ve Teknokent’in sağladığı imkanlarla firma kurmak cazip geldi ve firmayı 2014 yılında kurduk.
Danışmanlık ve Ar-Ge çalışmaları yaptığınız firmalarda nelere dikkat edersiniz?
Doç. Dr. Mehmet Cengiz: Şu anda bulunduğumuz hayvancılık tesisin yapım aşamasında burayı ziyaret ettik. Bu tesisin sahibinin bizden söyle bir ricası oldu. Dedi ki “Hocam ben Erzurumluyum bu köylüyüm ben buraya buranın ihtiyacı olan kalıcı bir değer koymak istiyorum ama farklı bir şey yapmak istiyorum.” Bu talep daha sonra bizim mottomuz haline geldi. Bizim bir firmanın danışmanlığını kabul etmemiz için bu firmanın farklı bir iş yapmayı gönülden istiyor olması gerekir. Mesela buradaki işletme sahibi Mete Bey ‘in bizden istediği şuydu: Benim personelim eğitimli olsun, hayvanlarım sağlıklı olsun, ticari verimliliğim ülkenin hayvancılık politikasına bağlı olarak düşük olabilir ama benim hayvanlarım biyolojik yönden verimli olsun, bu kadar hastalıkların yaygın olduğu bir coğrafyada hastalıklardan uzak bir işletme olsun (ki bu çok zordur ) talepleriyle gelmişti. Türkiye’deki hayvancılık işletmelerindeki tek amacının günlük kar olduğu ortamda bu fikirler bize çok değişik gelmişti. Biz yapabileceğimize inandık ve bu işe başladık. Burada ilk hedefimiz işe aldığımız personeli eğitmek oldu. Çünkü bunlar köy kökenli insanlar ve dededen babadan gelen alışkanlıklarla hayvancılık yapmak istiyorlar. Önce bizim bu alışkanlıkları kırmamız gerekti. Biz de danışmanlığını aldığımız firmalarda önce personel eğitimine önem verdik. Bizim önerdiklerimizi yapacak kişiler buradaki işçiler ve bunları eğitmek gerekiyor. İnsanı eğitmek gerçekten zor hele belli bir yaşı geçmiş ise. Önce işçiler için bir görev listesi hazırladık tıpkı bir anayasa gibi kim ne iş yapmalı, nasıl çalışmalı, kimin mesai saatleri nasıl olmalı. Daha sonra hayvanla ilgili eğitimler verdik. Hijyen eğitimi verdik çünkü bizim sloganımız “Çiftlikten Sofraya Sağlık”. Bizim sağdığımız süte kesinlikle insan eli değmez. İneğin memesinden el değmeden çıkar ve fabrikaya el değmeden ulaşır.
Dünyanın şu an en güncel sorunu, insanoğlu olarak antibiyotikle tedavi edilemez duruma geldik. Antibiyotik direnci bizim için çok önemlidir biz burada kesinlikle antibiyotik kullanılmış bir ineğin sütünü tanka karıştırmayız. Bu bizim temel önceliğimizdir. Çünkü biz bunu insanlara satıyoruz. Bu işletmede bir antibiyotik kalıntısı olduğu zaman önce bize sorarlar ya siz bu antibiyotik kalıntısının ne kadar tehlikeli olduğunu derslerde anlatıyorsunuz kendi yönettiğiniz işletmede bunu sağlayamamışsınız diyecekler bu bizim için çok önemlidir.
Antibiyotik direnci ne demektir?
Doç. Dr. Mehmet Cengiz: Antibiyotik direnci şu demektir; tedavisi için antibiyotik kullanılmış bir ineğin sütü sofranıza geliyor kaynatıyorsunuz mikroplar ölüyor ama antibiyotik ölmüyor, parçalanmıyor içinde kalıyor siz bunu çocuğunuza içiriyorsunuz. Çocuğunuz ufak bir üst solunum yolları enfeksiyonu geçirdiğinde çocuğunuzun antibiyotikle tedavi edemiyorsunuz. Çünkü çocukta antibiyotik direnci gelişmiştir. O yüzden veteriner hekimlere çok iş düşer biz personelimizi önce bu yönde eğittik. Biz buraya ilk geldiğimizde antibiyotik uygulanmış hayvanın sütünün belli bir süre tanka girmeyeceğini söylediğimiz zaman insanlar şaşırıyordu. Niye girmemesi gerektiğini öğrenince “Biz de köyümüzde hayvanlara böyle antibiyotik uygulamamız gerekiyor çünkü çocuğumuz içiyor” demeye başladılar. O zaman şöyle bir sonuç da çıkıyor, bu işletme personelini kendisi için eğitmiyor eğitilen personel bunu köyünde de uyguluyor.
Rasyonel Hayvancılık olarak hedeflerinizden bahsedebilir misiniz?
Doç. Dr. Mehmet Cengiz: Rasyonel hayvancılık olarak bizim öncelikli hedeflerimizden bir tanesi biyolojik verimliliği arttırmak. Ülke ekonomisinde yaptığımız iş zaman zaman ticari anlamda verimsiz olabiliyor. Fakat bunun üzerine biyolojik verimsizlikte eklendiği zaman işletmeler için yıkıcı oluyor. İşletmelerin kapanmasının en büyük sebeplerinden biri budur. Ticari verimsizliğin yanında biyolojik verimsizliğin de yaşanmasıdır. Yani yavru elde etmede, süt elde etmedeki verimdir. Bu ikisi bir araya geldiğinde firma ayakta duramaz ve dışarıdan hayvan getirmek zorunda kalır, bu ülke ekonomisine ciddi zarardır. Alttan sürüyü büyütemiyoruz çünkü hayvanı üretemiyoruz. Hayvanı üretmek çok entelektüel bir iştir, planlama ister bu planlama profesyonel insanlar tarafından yapılmalıdır. Biz buna üreme projesi diyoruz. Yani biz bu tesisteki sürünün 2019 yılında kaç hayvan olabileceğini ön göre biliyoruz. Büyüme rakamları önümüzdedir. Bu şu an Türkiye’de hayvancılığın genel amacı olmalıdır. Şu an yurt dışından hayvan getiriyoruz bütün paramızı yurtdışından gelen hayvana bağlıyoruz. Rasyonel Hayvancılık olarak bu isim çerçevesinde bizim verimsiz olmamamız gerekiyor. Çünkü birimiz üreme uzmanıyız diğerimiz beslenme uzmanı. Biz bu alanda başarısız olursak biz bunu ders olarak da anlatamayız.
Bugün Dünya’da ne uygulanıyorsa hangi ilaçlar hangi tedavi yöntemler uygulanıp da tedaviler, üreme projeksiyonları çiziliyorsa burada da aynısı yapılmaya çalışılıyor ama Armağan Hoca’nın bir sözü var “biz global düşünüyoruz yerel uyguluyoruz“ çünkü bizim kurallarımız Erzurum için geçerlidir. Erzurum’da kaliteli olan bir üretim İzmir’de kaliteli olmayabilir ve ya İzmir modeli Erzurum’da olmayabilir. O yüzden Rasyonel Hayvancılık olarak bizim savunduğumuz politika her bölgenin kendi hayvancılık kurallarının olması gereğidir.
Erzurum’da kurulan ahır işletmecilerinin başarısız olma sebepleri nelerdir?
Prof. Dr. Armağan Hayırlı: Bizim işletmelerimizdeki en önemli problemlerden birincisi teknik donanım eksikliğidir. Birçok ahırın yapılıp bir yıl sonra kapandığını görüyoruz bunun sebebi işletmecinin teknik desteğe ihtiyaç duymasıdır. İşçi faktöründe işçilerin eğitimli donanımlı ve vicdanlı olması lazım, geri dönüşüm ve iletişim olması lazım.
Diğeri ise çayırlar ve meralardır. Herkes Erzurum meraları ve çayırları var der ama var olan bu çayırlar meralar hayvanları doyurmuyor. Var denilen mera ve çayırların öncelikle ölçülmesi lazım. Mesela bir ineğin yıllık ihtiyacı 7 ton mısır silajı, 2 ton yonca, 2,5 ton da fabrika yemidir.7 ton mısır silajını elde etmek için inek başına 2 dönüm arazi lazım ve bu arazinin sulanmış bir arazi olması lazım. Demek ki bir an önce sulama projesinin de aktif hale getirilmesi lazım. 2 ton yoncanın elde edilebilmesi için 4 dönüm arazi lazım yani çiftlik yapacak bir işletme sahibi bu işe girdiğinde inek başına Erzurum’un verimliliğini dikkate aldığımızda 6 dönüm yavrularını da dikkate aldığımızda 8 dönüm araziye ihtiyacı vardır. Yani 100 baş hayvan alırsa bu 800 dönüm yapar. Kimsenin 800 dönüm arazisi olmayabilir, ama işletme otu aldığı gün zarar etmeye başlıyor. Otu Iğdır’dan Erzincan’dan getirdiğinde zararı ilk günden yapmış oluyor.
Peki işletmeler başarılı olmak için ne yapmalı?
Prof. Dr. Armağan Hayırlı: Yani Kendi tarımını kendisi yapması lazım. Diğer bir hususta 7 tonluk mısır silajını 2 dönümle almak mesela Adanalı 1 dönümden 10 ton alıyor. Dolayısıyla Adana’daki bir üreticinin üretim maliyeti sırf mısır silajı bakımından Erzurum’a göre 3 kat ucuz. Dolayısıyla Erzurum’un sütü en azından mısır ölçeğinde Adana’ya göre biraz daha fazla satması gerekiyor. Aynı fiyata belki daha ucuza satıyor ama daha pahalıya mal ediyor.
Yoncaya baktığımızda Konya Karapınar’da bir yonca üretici dönümünden 2 ton alırken Erzurum’da 500 kg alıyor 4 kat ucuza mal ediyor. Demek ki burada tarım sektöründe çalışan insanlarla üretim sektöründe çalışan insanların konuyu anlaması, kavraması ve senkronize bir biçimde çalışması lazım. Benim anlattığım bilgiler zaten kitaplarda, ansiklopedilerde mevcut, problem bunların sektörel boyuta geçirilip nerde hata yapıldığının görülmemesinde Ar-Ge bu noktada yapılmalı. Yani biz kendi hayvanımızı besleyemezken Amerikalılara tablet olacak bir ürünü geliştirmemizi beklemek afaki olur. Kendi ihtiyaçlarımızı karşıladıktan sonra kendi ürünümüzü daha ucuza ve daha kaliteli hale nasıl getiririz yönünde Ar-Ge yapılması lazım.
Erzurum’da benzer işletmelerin sayısını çoğaltmak için ne yapmak gerekir ve bunun Erzurum’a katkısı ne olur?
Prof. Dr. Armağan Hayırlı: Birincisi kaliteli hayvan çoğaltmak için disiplinli çalışmak gerekir. İkincisi Allah’ın verdiği doğadaki materyalleri maksimum düzeyde üretip hayvanın önüne en ucuz, en sağlıklı bir şekilde koymak gerekir. Bunun gibi işletmeler Erzurum’da 10 tane olursa ve herkes etkin bir şekilde çalışırsa emin olun 2-3 yıl sonra kimse Avrupa’ya gidip geve düve getirmez. Aksine gebe düveler Erzurum’dan Azerbaycan’a, İran’a, Kazakistan’a gider. Türkiye’den gider Almanya’dan gitmez.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Prof. Dr. Armağan Hayırlı: Son olarak şuna değinmek istiyorum, herkes şunu der Hollanda’nın yüz ölçümü çok küçük senede 125 milyar dolar ziraat geliri var. Biz devasa bir ülkeyiz, 30 veteriner fakültesi, 40 ziraat fakültesi, büyük bir Tarım Bakanlığımız, büyük insan gücümüz var ama biz halen hayvan ihraç ediyoruz. Bunun organik sebeplerinin ortaya konulup ciddi bir şekilde ele alınması lazım. Ele alınırken ciddiyet, disiplin, vicdan lazım. Sonrasında da akıllı insanlar bir araya gelir, bunu nasıl yaparız diye Ar-Ge yapar.